13 Şubat 2008 Çarşamba

Dilenmeye Direnmek

Atalay Ulusu
Dedem; "kapıya gelen dilenciyi boş çevirme" derdi. "Ekmek isteyeni cevapsız bırakma." Aslında dedem çok şeyi söylerdi. Bu da kuşkusuz kendi zamanı için oldukça doğru bir söz sayılırdı. Yani insanların kentlere doluşmadığı, sokaktaki her yüzü tanımasak bile aşina olduğumuz yıllar için oldukça geçerli şeylerdi kuşkusuz.

Fakat bugün Hendek'te bile tanımadığımız bir dolu insanın özellikle merkezin kalabalıklaştığı salı ve cuma günleri dilendiklerini görebiliyoruz. Alışveriş yaparken, otobüste beklerken, hastane önünde, parkta otururken birden bire önünüzde biten ve sizden "Allah rızası ..." gibi asla kayıtsız kalamayacağınız bir konuda açılmış bir avuç ve acıklı bir yüzle karşı karşıya gelirsiniz. İnansanız da, inanmasanız da verirsiniz cebinizdeki bozuklukları.

Başkasına yük olmak değil, başkasından yük almanın erdemliliğine inanan, alın teri ile kazanılan kazancı övenlerden, nasırlı ellere ve evinin ihtiyaçları karşılamak için yola çıkanların müjdelenmesine inananlardan, kendi elinizle kazanmaktan daha hayırlısının olmadığına inancınız sonsuz olanlardansanız eğer, yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğuna, en azından ortada bazı şeylerin ters gittiğine de inanıyorsunuz demektir.

Dini konulara konunun uzmanı olmadığım için hiç girmeyeceğim. Kuşkusuz dedemin davranışında da, sözlerinde de bu unsurun etkisi fazlasıyla bulunmaktadır. Hem dinsel hem de kültürel olarak dileneni boş çevirmemek için fazlasıyla sebeplerimiz vardır.

Fakat bugün değiştirmemiz gereken bazı ayrıntılar oluşmamış mıdır acaba? Mesela, iyi niyetimizin fazlasıyla sömürülmesi yolu ile sosyal yapımız için çok önemli kabul edilebilecek toplumsal duyarlılığımız acaba tehdit mi edilmektedir?

"İsteyeni asla geri/boş çevirmeyelim" çok doğru ve insaniyetli bir düşünce biçimidir. Bunun sömürülmemesi gerekir. "boş çevirmeme" anlayışı ile bu günkü gibi "eve her geleni, her dilencilik yapanı Hızır bil" anlayışı aynı yere çıkmamaktadır. Bu ayrımın karıştırılmasına engel olunmalıdır.

Dilencilerin sürekli cami, mescit, türbe, yatır, dergah gibi mekanları "çalışma alanı" olarak seçmiş olmaları rastlantı mıdır? Değilse (-ki değildir) bu mekanları istismar etmelerinin arka planın da; acaba bu mekanların çoğu müdavimlerinin inanç haritalarında "isteyeni boş çevirmeme" veya boş çevirirse "başına kötü bir şey geleceği" algısı - korkusunun oluşturduğu düşüncesi yok mudur?

Kapıya gelen her dilenciye "Ya bu gelen Hızır'sa?" anlayışı ile bakmak, kendi günahımızı başkasına yüklemenin bir kolaycılığı mıdır? Bu anlamda, ilk başlarda yararlı amaçlar için yola çıkmış olduğuna inandığımız "Kalp Gözü", "Sır Kapısı" vb. gibi çalışmalar 'gelinen bu noktada'; bu yanlış algıları pekiştirici bir rol oynamıyorlar mıdır?

Türkiye'de ki "en bunak, deli dilenci" bile "Tanrı Yehova, Budha, Meryem Ana, Mesih" adına dilenmeyeceğine göre, o zaman doğal olarak Allah'ın adı zikredilince elimiz ayağımız tutularak yanlış algıların ortaya çıkması teşvik edilmiş olmasın? Sahi, bu işte bir anormallik yok mu?

Olaya bu eleştirel açılardan baktığımızda da 'gerçek ihtiyaç sahiplerinin' ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda insanlarda oluşacak güvensizlik duygusunu da acaba tetiklemiş olur muyuz?

Yaşadığımız hayatta gerçek muhtaç tanımını, insanî, hukuksal ve ahlâk ilkeleri göz önünde tutarak nasıl yapmalıyız? Ya da yapabilir miyiz?

Çözüm ne olabilir denilince: Belirli yere konacak devlet ya da denetlenen sivil toplum kuruluşlarının yardım kutuları; belediyenin bu işe öncü olması ve gerçek ihtiyaç sahibini dilenmek zorunda bırakmadan müşkül durumdan kurtaracak yardım düzeneklerinin kurulması; ihtiyaç sahiplerinin belirlenmesi aşamasında muhtarlıkların rol alması gibi pek çok olasılık aklımıza geliyor. Kuşkusuz bunların projelendirilip hayata geçirilmesi de pek zor olmayacaktır. Hele ortada hala duyarlılıklarını yitirmemiş bunca insan mevcut iken.

Elbette gerçek ihtiyaç sahiplerinin yardım isteklerini asla karşılıksız bırakmamalıyız. Bu toplumumuzun da hep korunması gereken en güçlü yönlerinden biridir. Öyleyse; gerçek ihtiyaç sahibini çok zor şartlara düşüren bu dilenme ve dilencilik konusuna çare bulunmalı, insanlarımız kötü ve haysiyetsiz amaçlara alet edilmemeli en önemlisi toplulumuzdaki bu yardımlaşma arzusu ve gücü hem dinsel hem de hukuksal açıdan hakkettiği saygınlıkta doğrulukta yapılma olanağına kavuşturulmalı.

Hiç yorum yok: